Tebliğ kelime anlamı olarak
bildirme, duyurma, haber verme gibi manalara gelir. Kurana baktığımız
vakit Tarih boyunca Allah'ın yarattığı kullarını gerek Elçiler ve Kitaplar
göndererek hakikate davet ettiğini görürüz. Peki Tebliğ sadece Allahın
kendilerine bu misyonu verdiği Rasuller için geçerli bir görev midir ? Hayır.
Her iman eden aynı zamanda Tebliğle yükümlüdür. Çünkü Rabbimiz Kuranda İyiliği
emretmeyi, kötülükten sakındırmayı emretmektedir. Allaha iman eden her bir kul
aynı zamanda bu ağır yükümlüğünün altına da imzasını atmış olur. Buraya kadar
geçen ifadelerde Tebliğ'in genel sınırlarını çizmeye çalıştım özetle. Yani İman
eden herkes teblğ yapmakla sorumludur.
Gelin şimdi toplum bazında bu konuya bakalım birde. Toplum
nazarında asırlardır süregelen bir islam algısı, dine bakış açısı öyle bir
yerleşmiştir ki zamanla insanlar kendilerinin de bu konuda sorumlu olduğunu
unutup birilerine uyma yolunu tercih etmişlerdir. Çünkü böylesi daha kolay ve
sorumluluk gerektirmeyen, kafa ağrıtmayan bir durumdur. Allah Tebliğde bulunmayı
bizzat kendsine emretmişken her birey bu sorumuluğu Alim, Hoca, İmam, Müftü
gördüğü kişilere, Ülkemizde olduu gibi Diyanet gibi dini anlamda hiç uygun
olmayan kurumlara bu görevi ihale etmişlerdir. Bu algı asırlar süren süreçte
öylesine etkin işlemiştir ki artık Rabbimizin kesin bir şekilde yasak etmesine
rağmen Dinde bir ruhbanlık sınıfı oluşmuş geriye kalan büyük halk yığınları ise
reaya durumuna düşmüştür. Kuranın tabiriyle Raina (bizi koyun güder gibi güt)
demeyin Unzurna ( biz gözet,uyar) deyin emri unutulmuş insanlar kendilerini
güdecek çobanlar aramaya çoktan girişmiştir. Dahası günümüze baktığımızda bu iş
öylesine ironik bir hal almıştır ki her bir sürü kendisini güden ayrı bir
çobanın peşinden gitmektedir. Bu çobanların kimisi canlı, kimisi ise ölüdür
fakat ölü oldukları halde halen o kalabalık bu çobanlarca güdülmeye devam
etmektedir. Netice itibariyle günümüzde karşımıza çıkan bu durum köklü bir
geçmişe sahiptir fakat İslam diniyle bağdaşan bir yanı yoktur. İslamda kula
kulluk yoktur yalnızca Allah'a kul olmak vardır.
Tebliğ konusuna anlamaya yetecek kadar örnek verdikten sonra
yazımızın asıl konusu olan Tebliğin amacı üzerine odaklanacağız. Blogumu takip
edenler bilirler ki nefret etsemde halen Diyanet İşlerinde çalışan bir
görevliyim ve bu yazının konusu da beni dahil ettikleri bir hizmet içi eğitim
kursunda yaşanan muhabbetten hasıl oldu. Ülkemizde bugün yerleşmiş olan ne
kadar uydurma rivayet,hurafe ve bid'at varsa bunların büyük çoğunluğu görevi ve
misyonu toplumu dini konularda aydınlatmak olan Diyanetce ortaya konmuş ve an
itibariyle de bu hurafeler varlığını ve etkisini yine bu kurumun gayretleriyle
sürdürmektedir. Ölülere Kuran okuma, Mevlid okuma, Hatim indirme, Iskat-ı Salat
denilen devir işlemiyle ölen kiinin namaz ve oruç borçlarının para ile
ödenmesi, ölen kiinin ardından gecesi, yedisi, kırkı ve elli ikisi adıyla
düzenlenen uyduruk Kuran okuma geceleri, Şirk dolu ilahiler, Hatim duası adı
altında İslamla bağdaşmayan Şefaat isteme, hürmetine dua etme, ruhlara sevap
bağışlama ve şu anda aklıma gelmeyen daha nice bid'atlar, hurafeler, uydurmalar
bu kurumun bünyesinde çalışan imamlar, müezzinler, vaizler, müftüler, Kuran
Kursu öğreticileri eliyle topluma pazarlanmaya devam etmektedir.
Bizzat bu kurumun içinde aktif olarak görev yapan biri olarak
ve yine babası da bu kurumdan emekli bir insan olarak karşımızda çok vahim bir
tablonun olduğunu söylesem abartı olmaz. İşin belkide en acı, en ironik tarafı
ise üstte saydığım ve Din görevlisi olarak anılan bu sınıflarda görev yapan
şahısların neredeyse tamamı bu saydığım konuların bid'at olduğunun, hurafe
olduğunun açıkça farkındadır. Gidip
kendilerine sorsanız Hocam bu yapılan işlerin dinimizde bir yeri var mıdır ?
diye alacağınız cevap hep standarttır.
- elbette dinimizde bunlar yoktur. Fakat bid'atı hasene,
bid'atı seyyie diye ayırmıştır alimlerimiz. Bunlar Bid'atı hasenedir,
yapılmasında bi kötülük yoktur asdafsdsdsds
vs. vs.
Hep aynı teraneleri duyarsınız. Ve yine acıdır ki bunca
insan (an itibariyle Diyanette 120 bin üzerinde Din görevlisi olduğu beyan
ediliyor) verdikleri bu cevap üzerinde tek bir dakika dahi düşünmezler.
-Yahu arkadaş madem dinimizde böyle bir şey yok biz bunu
niye yapıyoruz ?
- Bunlar kötü değil iyi ameller diyoruz ama bugüne kadar
hangi iyliğini gördük ?
- Madem bu yapılan işler güzel niye toplum her geçen gün
biraz daha bozuluyor ve fesada uğruyor. Cinayet, Taciz, Tecavüz, Zina, Gasp,
hırsızlık, Uyuşturucu kullanımı, niye azalacağı yerde hzla tırmanıyor. Dün bir
sözlük sitesinde açılan konuda 2002 yılından bu yana ülkemizde Fuhuş oranının
%790 oranında arttığı anlatılıyordu. Ne derece doğru, ne derece yanlış orasını
blemem fakat aklı başında her insan bugün bu saydığım konuların hepsinde
muazzam artışlar olduğunun, toplumun nasıl hızla ahlaksızlığa sürüklendiğinin
farkındadır. Yok efendim bunlar abartı, alakası yok diyebilen varsa halen hiç
kusura bakmasın bunu söyleyen kişide Şerefsizin önde gidenidir.
- Madem bu yaptığımız işler iyi o halde bizim için iyi olanı
Rabbimiz bize niye bildirmedi ?
- Madem Peygamberimiz Üsve-i Hasene yani bizler için en
güzel örnek o halde niye PEygamberimiz yapmadı bu yaptığımız işleri ?
Üstteki bu soruları aklı başında bir insan kendisine sorup
üzerinde azıcık kafa yorsa nasıl bir yanlışın içinde olduğunu fark eder ve
hemen tövbe eder. Fakat hep diyoruz ya tek sorunumuz düşünmemek...
Hizmet içi eğitim kursunda ders veren hocamız aynen şu
cümley kurdu :
- Arkadaşlar elbette bizde biliyoruz bu MEvlidiydi, Ölüye
Kuran okunmasıydı bunların dinimizde yeri olmadığını ama ne yapbiliriz. Toplum
böyle alışmış, böyle istiyor. Yine anlat, vaazını yap sen sana kimse bi şey
diyemez. Fakat insanlarında gönlünü hoş tutmak lazım değil mi ? Biraz sohbet
yap, Mevlidden bir bahir oku, bi ilahi patlat ordakilerinde gölü olsun. Sen
gidip Kuran okuyup arkasından da vaaz edersen kendini kabul ettiremezsin. Ben
bunca masraf yaptım, emek verdim bunun içinmiydi ? der adam. Boşa gitti bunca
emeğim der. Öyle değil mi ? Toplumunda gönlünü hoş tutmak lazım arkadaşlar.
İşte kafa yapısı bu. Bakış açısı bu. Ve malesef bu kafa
yapısında olan kitle diyanetin %95 lik bir diliminden daha fazlasını işgal
ediyor.din İşleri yüksek Kurulundan tutun, İl, İlçe Müftülerine, Vaizlere ve
imamlara kadar her kademede karşınıza çıkan her görevliden alacağınız cevap
aşağı yukarı bu şekilde olacaktır. Nerden biliyorsun ? diyen varsa buyursun
sorsun...
Şu notuda yazmadan geçmeyeyim. Peki orada bunlar konuşulunca
sen cevap vermedin mi ? diye merak edenler olabilir. Cevap vermedim. Zira
içinde bulunduğum topluluğu, kafa yapısını gayet iyi biliyorum. Cevap verip
vermemen arasında bir farkın doğmayacağı kişiler bunlar. İnkarında direnen, en
az benim kadar her konudan haberdar olan insanlar. Fakat hakikati inkara
şartlanmış bu kimselerin iflah olacağıyla ilgli zerre umudum olmadığı için ses
etmedim. Bilmem belki hatalıyım ama böyle düşünüyorum.
Özetle Diyanetin Tebliğ Metodu bu şekilde. Toplumun Gelenek
ve göreneklerine ses çıkarmayan, İslamla bağdaşmasa dahi Toplumun genel
kabulüne ılımlı bir yol izleyip karşıt görüş bildirmeyen bir yapısı var. Güya topluma
kendilerini kabul ettirmenin yolunun bu şekilde olduğunu düşünüyorlar.
Savunmaları hep aynı : Toplum tatışma istemiyor, çatışma istemiyor, kafa karışıklığı istemiyor. Bizim vazifemiz insanların kafasını karıştırmak değil onlara din anlatmak diyorlar. Peki hangi din bu ? Suya sabuna dokunmayanlar dini mi ? Belki kaba kaçacak ama ete et, göte göt demedikten sonra sen hangi hakikati anlatacaksın insanlara ?
Savunmaları hep aynı : Toplum tatışma istemiyor, çatışma istemiyor, kafa karışıklığı istemiyor. Bizim vazifemiz insanların kafasını karıştırmak değil onlara din anlatmak diyorlar. Peki hangi din bu ? Suya sabuna dokunmayanlar dini mi ? Belki kaba kaçacak ama ete et, göte göt demedikten sonra sen hangi hakikati anlatacaksın insanlara ?
Tarih boyunca İslam tek dindir. Allah'ın dininin adıdır
İslam. Ve İslam toplumların karşısına ne zaman çıksa hep bir karışıklık vuku
bulmuş, tepki çekmiş, geleneklere, örf ve adete kurban edilmeye çalışılmıştır.
İşte bu yüzdendir ki Allah'ın gönderdiği elçiler vahşice katledilmiştir. İşte
bu yüzden İman edenler her türlü işkenceye maruz kalmıştır. İşte bu yüzden
Allah'ın elçilerine Sapık, Fitne, Deli, Yalancı gibi ithamlar yapılmıştır.
Çünkü o elçiler bugün Diyanetin Tebliğ Metodu olarak benimsediği yöntemi
uygulamamıştır. Toplumun nabzına göre şerbet vermek yerine Hakikati anlatmayı
şiar edinmişlerdir. Toplum bizi bu söylemlerle kabul etmez o halde ılımlı
davranalaım dememişler Hakikati en üst perdeden haykırmışlardır.
Ey Diyanet Camiası !
Şayet senin bu tebliğ metodun doğru olsa idi Peygamberler
aynen bu metodu uygulardı hiç şüphen olmasın. Hakikati tüm çıplaklığıyla
haykırıp öldürülmek yerine o inkarcı toplumla bir olup ilahiler, kasideler
söylerlerdi. Yunus Peygambere iman eden hiç kimse olmayınca kahredip orayı
terketmek yerine bir Mevlid-i Şerifte o uydurup o okurdu topluma gönüllerini
kazanmak için. Peygamberimiz 3 yıl süren ambargoya maruz kalmak yerine o
Müşriklerle aynı sofraya oturur, Putları adına kestikleri kurbanlardan yer,
karnını doyurur, kendisine gelen vahyide anlamadıkları bir dilde okuyup okuyup
geçmişlerinin ruhlarına bağışlardı. Naatlar okurdu. Hicret edip o çok sevdiği
Mekkeden ayrılmak zorunda kalmazdı. Ne etliye dokunurdu, ne sütlüye. Karşısına
böylesine azgın bir toplumu almak yerine onların gönlünü hoş tutmaya çalşırdı.
Fakat tüm bunları yapmadı değil mi ?
Yapamazdı çünkü Allah böyle bir Teblğ istememişti O'ndan.
Şayet böyle yapsaydı kendisine verilen vazifeye ihanet etmiş olurdu. Böyle
yapsaydı meclislerin en güzel köşesine otururdu ve Mekkenin seçkinlerinden biri
olurdu belki ama Allah nezdinde hiçbir itibarı kalmazdı. Çünkü Allah Tebliğ
için Halkın Rızasını değil kendi rızasını şart koşmuştu.
Gayemiz Allah'ı razı etmek olmalıdır. Gayemiz Allah'ın
istediği gibi bir tebliğ yolu izlemek olmalıdır. Bugün Halkı memnun etmek için
uğraşanlar, Halkın Rızası için emek verenler güya Allah Rızası için bunları
yaptıklarını söylüyorlar. Allahın razı olmadığı bir yöntemle Allah'ı razı
etmeye çalışmak...
İtiraf edemesenizde Dünyalık makam ve mevkiler,
övgüler, iltifatlar sizi cezbediyor. Mevlid, İlahi, Hatim üçgeninde cebinizi
doldurmak sizi mest ediyor. Tezgahınızın bozulmasından endişe ediyorsunuz
insanları kaybetmekten değil.Hadi doğruyu söyleyin o insanların ahiretleri hiç
umurunuzda değil öyle değil mi ? Öyle ya kendi ahiretini ve vereceği hesabı
önemsemeyen başkasını niçin düşünsün ?
0 yorum:
Yorum Gönder